İşaret Dili-Türk İşaret Dili

Berhan Levent BIYIKOĞLU1

 

Her insan bir birey olarak doğar, doğumlarıyla otomatikman bir topluluğunda üyesi olurlar. Yeni doğan birey için topluluk, yakınındaki diğer bireylerdir; annesi, babası, kardeşleri yani ailesidir. Aileler ise yaşadıkları coğrafya ve diğer fiziki şartlara göre, diğer ailelerle daha büyük ölçekte topluluklar oluştururlar.

Yeni doğan bireyin ihtiyaçları vardır, duygu ve düşüncelerini ihtiyaç ve isteklerini yakınındakilere aktarmak, onların duygu ve düşüncelerini de bilmek ister. İnsan olabilmek için düşünebilme ve düşündüğünü aktarabilme yeteneğinin olması şarttır. İnsan çevresi ile kurduğu iletişimle bir bireydir ve toplumun da bir üyesidir. Bunun için yaşanılan toplumun oluşturduğu lisanı bilmek gerekir. Ancak taklit yolu ile tekrarlar yapılarak lisan öğrenilir. Çevresindeki konuşmaları takip eden, söylenenleri taklit yolu ile tekrar eden yeni doğan bebek lisanı kazanma sürecine girer. Lisan öğrenmenin ilk şartı işitmedir. İşitme, kulak tarafından sesin algılanmasıdır. Yeni doğan bebek çevresindeki sesleri fark etmeyi, yönünü tayin etmeyi ve farklılıklarını belirlemeyi öğrenmelidir. En son olarak konuşma yeteneği gelişir.

Bazılarımızın kısmen yâda tamamen sesleri duyamadıkları -buna bağlı olsun yâda olmasın- konuşamadıkları ve toplumun lisanını öğrenemedikleri bir gerçektir. Bu kişilere ‘’sağır ve işitme engelli’’ diyoruz. Sağır ve işitme engellilerde birer insandır, duygu ve düşünmelerini paylaşmak ve başkalarının duygu ve düşüncelerini bilmek ister. Sağır ve işitme engellilerin yakın çevresinde kullandıkları iletişim lisanına da ‘’İşaret Dili’’, Türk insanının yaşadığı coğrafyada kullanılan sözlü lisana nasıl ‘’Türkçe’ diyorsak aynı coğrafyada yaşanan Türk sağır ve işitme engellilerin ortak kullandığı görsel lisana da ‘’Türk İşaret Dili (TİD)’’ diyoruz.

Giriş

Lisan öğrenmenin ilk şartı işitmedir. İşitme, kulak tarafından sesin algılanmasıdır. Çocuk çevresindeki sesleri fark etmeyi, yönünü tayin etmeyi ve farklılıklarını belirlemeyi öğrenmelidir. En son olarak konuşma yeteneği gelişir. İşitmenin gerçekleşmesi için; Ses ’in olması, bu sesin insan kulağı tarafından algılanabilir olması, sesi algılayabilecek alıcı organın yani kulağın olması, sesin beyindeki işitme merkezine ulaşması, doğru algılanıp yorumlanması gerekir.

Ses nedir?

Ses, bir enerji kaynağından yayılan; gaz, sıvı ve katı ortamlarda moleküllerin sıkışıp gevşemesi ile ortaya çıkan enerjidir. Sesin kulak tarafından algılanması ise kişinin motor (kas ve hareket) ve mental (zihinsel) gelişiminin uyum içinde olması ile olur. Kulak vücudumuzun en hassas yapılarından birisidir ve zararlı etkenler karşısında kolayca hasar görebilir.

Kulak üç bölümden oluşur dış ortamdaki sesleri toplayan dış kulak; kulak kepçesi, kulak kanalı ve kulak zarından oluşan kısımdır. Kulak zarından sonra başlayan çekiş, örs ve özengi olarak adlandırılan kemikçikleri barındıran kısım ise orta kulaktır ve görevi kulak zarından gelen titreşimleri iç kulak yapısına iletmektir. Orta kulaktan sonra başlayan kısım iç kulaktır ve işitme ile ilgili sinir hücrelerini barındırır. Bu sinir hücreleri kemikçikler vasıtasıyla iletilen titreşimleri beynimizdeki işitme merkezine iletir.

Sağır ve İşitme Engeli nedir?

Kulağın anatomisinde belirtilen bu üç yapısında, işitme sinirlerinde yâda beyindeki işitme merkezinde herhangi bir nedenden dolayı oluşacak hasar, işitme kaybına neden olmakta ve işitme engelini ortaya çıkartmaktadır. Bunun da çeşitli dereceleri vardır:

‘Sağırlık’ veya ‘İşitme Kaybı’.

Sağır olan bir kimse, hiçbir ses duymaz. İşitme kaybı ise çok hafif dereceden çok ileri dereceye kadar farklılık gösterebilir. Sağırlık kalıcıdır ve tedavisi mümkün değildir. İşitme kaybının ise derecesine göre birçok değişik tedavi metodu mevcuttur. İşitme kaybının nedeni genetik, çevresel, yapısal veya patolojik (bir hastalık sonucu) olabilir. İşitme kaybı doğum öncesi, doğum sırasıve doğum sonrası olmak üzere yaşamın üç farklı döneminde ortaya çıkabilir. İşitme engeli olanların çoğu aynı zamanda konuşma engellidir.

Türkiye’de sağır ve işitme engellilerin sayısı tam olarak kayıt altına alınmamışsa da son yapılan istatiksel çalışmalarda Türkiye nüfusunun % 7’sinin engelli olduğu ve bu oranın yarısından fazlasının sağır ve işitme engelli olduğu varsayılmaktadır. Bu gösteriyor ki Türkiye’de sağır ve işitme engellilerden (sessizlerden) oluşmuş geniş bir toplum vardır. Bu sağır ve işitme engellilerden oluşan toplum, birbirleri ile ve biz duyan, konuşanlar ile iletişim kurmak zorundadırlar. Sağır ve İşitme Engellilerin ana dilleri işaret dilidir ve birbirleri ile ve bizimle Türk İşaret Dili (TİD) ile iletişim kurmaktadırlar.

İşaret Dili,

Dil, kullanıldıkça şekillenen ve değişen, toplumun ihtiyaçları doğrultusunda değişen adeta canlı bir varlık gibi yaşayan sosyal bir iletişim aracıdır. İşaret dili de aynı yapıdadır, konuşma dili gibi dil bilgisi kurallarına sahip olmasına rağmen, sözel dilden farklı ve fazla zengin olmayan bir yapıya sahiptir, gramer yapısı oldukça farklıdır. Sanılanın aksine sözlü dillerden daha basit ve kolay değildir. Gramer ve kavramların işaretleri ortak olmasına rağmen kullanılırken jestler, mimikler yâda pandomimler farklı olabilir. İşaret dili ile konuşulan sözel dil birbirlerini etkilese de birbirlerinden farklıdırlar.

İşaret Dili, Türk İşaret Dili

İşaret Dili; İşitme engellilerin kendi aralarında iletişim kurarken, el hareketlerini ve yüz mimiklerini kullanarak kendisi ve yakın çevresi ile oluşturdukları görsel dildir.

Türk İşaret Dili ise; temelleri Osmanlı dönemine kadar dayanan, işitme engelliler okulunda öğretilen; bölgesel farklılıklar gösterse de Türkiye’de, ortak işaret ve mimiklere dayanan, herkesçe bilinmesi ve kullanılması zorunlu olan milli bir işaret dilidir.

Her ülkenin kendi işaret dili vardır. Sözel dilde bir Alman veya İngiliz ile nasıl yabancı dil bilmeden anlaşamazsak işaret dilinde de durum aynıdır. Örneğin: Alman İşaret Dilini bilmeden Alman sağır ve/veya İşitme Engelli birisi ile iletişim kuramayız.

Uluslararası İşaret Dili (International Sign Language) ‘’Gestuno’’

Uluslararası İşaret Dili (International Sign Language) olarak bilinen ‘’Gestuno’’ ilk defa 1951 yılında Dünya İşitme Engelliler Federasyonu (World Federation of the Deaf) kongresinde ele alınmış ve bu yapay dilin oluşturulmasına karar verilmiştir. Ancak yapay bir dil olarak oluşturulmaya çabalanan Gestuno gerçek bir dil gibi var olamamakta ve gelişememektedir. Dört yılda bir yapılan İşitme Engelliler Olimpiyatlarına ve Dünya Sağırlar Federasyonunun düzenlediği kongrelere katılan değişik milletlere mensup sağır ve işitme engelli kişi ve sporcular birbirleri ile ve diğer kişilerce iletişim kuramamaktadırlar. Gestuno’yu oluşturmaya çalışan komisyon, 1500 işaretten oluşan bir kitapçık hazırlamış, 2016 yılında Rio de Janeiro’da yapılan yaz olimpiyatları öncesinde de bu kitapçığı yayınlamıştır. Bu kitapçık ile farklı farklı milletlerden bir araya gelen sağır ve işitme engellilerin birbirleriyle olan iletişimlerinde kullanacakları işaretlerde standartlaşmaya gidilerek azda olsa iletişimde zorlukların üstesinden gelinebileceği düşünülmüştür.

Günümüzde bilinen manada iletişimde kullanılan uluslararası bir işaret dili yoktur. Sadece gramersiz, standart 1500 işaretten oluşturulmuş, yapay bir dil olan Gestuno kitapçığı vardır.

Tüm dünyadaki sağır ve işitme engellilerin ortak bir dili olması, dünya da herkesçe bu dilin bilinmesi ve kullanılması ve hatta bazı hayvanlara da bu işaret dili öğretilmesi… Ne güzel olurdu, değil mi?

Bu dileğimizin gerçekleşmesi için olumlu çabalar günümüzde de devam etmektedir. Gestuno (Uluslararası İşaret Dili) dilinin var olması en büyük hayalimizdir. Sözel dilde İngilizce’de yaygın olarak dünyada kullanılması gibi, uluslararası alanda işaret dilinde de İngiliz İşaret Dili’nin kullanılması yönünde zorlamalar yapışmaktadır.

SONUÇ

1 Temmuz 2005 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından kabul edilen 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’da “Türk İşaret Dili” ibaresi ilk defa geçmiştir (Madde 15). Bu kanunla Türk İşaret Dili (TİD)’nin Türkiye’de kullanılan bir dil olduğu kabul edilmiştir. Bu kanun ardından, 2006 yılında, 26139 sayılı Resmi Gazete’de Türk İşaret Dili sisteminin oluşturulması ve uygulanmasına yönelik usul ve esasların belirlenmesine ilişkin yönetmelik yayımlanmıştır. 18 Ocak 2011 yılında da bu yönetmeliğin uygulanmasına ait bazı değişiklikler yapılmıştır. Yapılan bu değişiklikler doğrultusunda; Türk İşaret Dili (TİD) sisteminin oluşturulacağı zamana kadar geçecek sürede; Türk Dil Kurumuna ana kaynak olarak ‘Türk İşaret Dili Sözlüğü’ nü hazırlaması talimatı verilirken; Milli Eğitim Bakanlığına da ‘TİD Öğreticisi ve Tercümanlığı Eğitimi’nin nasıl yapılacağının planlanması sorumluluğu verilmiştir.

Türk Dil Kurumu Başkanlığı’nca 2012 yılında hazırlanan Türk İşaret Dili (TİD) Sözlüğü esas kaynak olarak kullanılmaktadır.

Türk İşaret Dili (TİD) çevirmenliği ile ilgili olarak da ülkemizde, 5378 sayılı kanunun 30. Maddesine göre 2828 sayılı kanuna eklenen ek maddelerin sekizincisi Türk İşaret Dili (TİD) Tercümanlığı mesleğinin tanınmasını sağlamıştır. Bu kanunun ardından 19 Ağustos 2006 tarihinde 26264 sayılı Resmi gazetede yayımlanan ''İşaret Dili Tercümanlığı Hizmeti Verecek Personelin Yetiştirilmesi ile Çalışma Esasları Hakkında Yönetmelik'' ise Türk İşaret Dili (TİD) çevirmenliği devlet tarafından tanınması adına bir ilk özelliği taşımaktadır. Ülkemizde 2007 yılından bu yana Türk İşaret Dili (TİD) çevirmenliği mesleği bu yönetmelik esaslarına göre yürütülmektedir. TURÇEF, Yeminli Çevirmenlik Federasyonu listesinde Türk İşaret Dili’de vardır.

  1. TURÇEF Üyesi ‘’İşitme Engelliler, İşaret Dili Tercümanları ve Eğitmenleri Derneği’’ Genel Başkanı , dernek@ieid.org.tr